Kindergartenlar – Çocuk Oyuncakları – Çocuklarda Ceht – Fiil-i Teneffüs – Terbiyede Gaye – Mini Minilerde Disiplin – Cahil Mürebbiyeler
Avrupa ve Amerika’da iki üç yaşından
itibaren içtimaî müesseseler sırasına geçen çocuk bahçeleri kindergartenlerde terbiye görüyorlar.
Alman pedagogu Frobel’in bundan
seksen sene evvel teessüs ettiği çocuk bahçeleri bu son elli sene zarfında ilk
mekteplere tekaddüm eden ciddi ve samimi bir aile ocağı hâlini aldı. Frobel bu
çocuk yuvasını teessüs etmekle cemiyet-i beşeriyenin nüvesi olan ilk çocukluk
hayatının ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını temin etti. Onun himmetiyle küçük
dimağlar büyük yorgunluklardan kurtarıldı. Yine onun himmetiyle oyunun bir
terbiye vasıtası olduğu anlaşıldı. Bu şefkat yurtları teessüs ettikten sonradır
ki dört beş yaşında çocuklara kargacık burgacık yazılar ezberletmekten
vazgeçildi. Kindergartenlerda bu mini mini yavrucaklarla kitapla, defterle,
sıra ile, kürsü ile, kara tahta ile karşılaştırmadılar. Orası bir dershaneden
ziyade oyuncak odasıdır. Dairen mâdâr raflarda çocukların merak ve zevkini
okşayacak her şey vardır. Muhtelif mikyasta balmumdan, alçıdan, tahtadan,
mukavvadan, tenekeden küçücük evler, oda takımları, mutfak edevatı, trampetler,
ziraat aletleri, şimendiferler, elektrikli tramvaylar, atlı arabalar,
teyyareler, askerler, hayvanat-ı ehliye ve vahşiye numûneleri, otomobiller,
rengarenk toplar... ilh çocuklar bu oyuncakları alıyor, oynuyor çeviriyor,
tetkik ediyor. Hakayık-ı eşya ile temas terbiye müesseselerinin en mühimidir.
Dikkati, hafızayı terbiye eden, müşahedeyi tenbih eden, el ile tutulan, gözle
görülen maddelerdir. Bu eğlenceli salonlarda çocuklar gördükleri şeyler
hakkında umumî bir fikir ediniyor, diğer bir salonda piyanonun veya kemanın
refakatiyle basit şarkılar söylüyorlar, rondlar yapıyorlar, üçüncü bir salonda
veya gölgelikli bir bahçede oyun oynuyor ve jimnastik yapıyorlar.
Dünyanın her tarafında bu
kindergartenlar büyük bir ehemmiyet almıştır. Paris’te, Londra’da, Berlin’de,
Viyana’da, Bükreş’te yüzlercesine tesadüf ettik. 1825’te Macaristan’da Kont
Etyen Ziçninin yeni bir Macaristan vücuda getirmek mefkûresiyle başlayan
ıslahat programının hutut-u esasiyesi meyanında çocuk bahçeleri ehemmiyetli bir
fasıl teşkil ediyor. Ne yazık ki biz henüz bu müesseselerin yeni Türkiye için
nasıl hayati bir mesele olduğunu hakkıyla takdir edemiyoruz. Ümidimiz kavidir
ve çocuğun içtimaî kuvveti takdir edildikçe onun ihtiyaçları düşünülecek,
Anadolu’nun her köşesinde şefkat yuvaları vücuda gelecektir. Bu yuvalar meydana
gelinceye kadar biz iki yaşından itibaren çocukların bedenî terbiyeleri
hakkında bazı tavsiyelerde bulunacağız. Çocuklarıyla meşgul olmaktan zevk alan
ebeveyne bu suretle yardım etmiş olacağız.
İkisinden altısına kadar çocukların
sporcu veya dansçı olması matlup değildir. Maksat onların ciğerlerini,
uzuvlarını biraz takviye etmek ve onları büyüklerinin yed-i vesayetinden
kotaran bir müstakil insan yapmaktır. Bazı tabii ve eğlenceli mumareselerle
onları becerikli, müteşebbis ve afiyetli bir hâle koymaktır. Böyle bir terbiye
onları adale ve iradelerine hakim kılar.
Bütün bu öğretmek istediğimiz bazı
şeylerde oyuncaklar, çenberler, toplar, ipler, halkalar gibi alet ve edevata
lüzum vardır. Kuru kuruya veya taklidî bir surette yapılan oyunlardan büyük
faide beklememelidir. Ellerinde değnek olmadığı halde vurma taklidi yapanın
veya mania yok iken varmış farz edip atlamanın hem zevki yoktur hem de bizim
için kontrolü mümkün değildir. Vesaitin mebzuliyeti çocukların şevkini arttırır.
Yalnız çocuklar müşkilâtla tedricen karşılaştırılmalıdır. Bilhassa üç yaşındaki
çocuklarda kuvvetten ziyade maharete kıymet vermeli, çocukları fazla yormaktan
da sakınmalıdır.
Çocuklar gıda kadar harekete
muhtaçtırlar. İkisi de kendilerine lazımdır. Hareket hayatın ilk tezahüratı,
faaliyetin ilk şekilleridir. Çocuk bir cehd-i dimağı sarf ettiği zaman bile
sakin duramaz. Ellerini ayaklarını oynatır, yüzünü buruşturur. Pek çoğu bir şey
kaldırırken dilini çıkarır. Ancak fevkalâde dikkat ve alâka ile bir şey dinler
ise, mesela, kendilerine bir masal anlattıkları zaman bir iki dakika bîhareket
dururlar o zaman dikkat edilirse görülür ki hemen hemen nefes bile almazlar.
Fakat bu müstesna bir hâldir. Çocuğu neşeyâb etmek istersek onu harekete sevk
etmeliyiz, hatta kendisine vereceğimiz çukulata bile onu oyun kadar zevkyab
etmez. Tecrübe için elinize biraz alçı veya balmumu alınız ve onunla herhangi
bir şekil yapmak isteyiniz, göreceksiniz ki çocuk atılacak, bana ver, bana ver
ben yapayım! Diyecektir. Ne gösterseniz mutlaka sonunu beklemeden derhal
yapmaya kalkarlar. Daima harekete müheyyadırlar. Hatta yarışa kalksanız hâline
bakmadan sizi geçmek isterler. İşte asıl müşkil olan bu harekete teşne olan
makineyi hüsn-i suretle işletmeyi bilmektir. Terbiye-i bedeniye bize bu
hareketlerin hangi nevi ve miktarı çocuklara bir faide temin eder, hangi şekil
zarar verir? onu öğretir. İki üç yaşındaki çocukların bizi en çok işgal edeceği
uzvu adalelerinden kemiklerinden evvel ciğerleridir. Bütün insanların birer
teneffüs cihazı vardır. Fakat layıkıyla nefes almayı bilenler parmakla
gösterilecek kadar azdır. Hepimiz de fena itiyatların zebunuyuz. Geniş ve derin
nefes almasını bilmeyiz. Hayatla başlayan ve ölümle biten fiili teneffüsü daha
pek küçük yaşta iyi terbiye etmek lazımdır. William James der ki “Terbiyecinin
vazifesi çocukları hayatlarında faideli olan birtakım itiyatlarla techiz
etmektir.” Filhakika terbiyenin gayesi iyi itiyatlar vermektir. Acaba sıhhat,
zeka, nefese hakimiyet nokta-i nazarından ciğerleri temiz hava ile tegaddiye
alıştırmaktan daha müessir ne olabilir?
Çocukların pek küçük yaşta uzviyyeti
disipline alıştırılırsa büyüdükleri zaman her bir azaları kendi vazifesini
hakkıyla ifa eder. Bilhassa uzuvlar pek küçük yaşta bu terbiyeyi almalıdır.
Filhakika disiplin her ne şekilde olursa olsun bir cehdi istilzam ettiği için
küçük çocuklara bunun tatbikatında birtakım mahzurlar tahayyül eden pedagoglar
eksik değildir. Fakat acaba mini miniler bu cehde bigane midirler? Ayakta
durmak, yürümek, söz söylemek için onlar ne büyük cehtler sarf ederler? Bir
adım atabilmek veya bir kelime telaffuz etmek için yavru ne güçlükler çeker.
Çocuk cehtten kaçmaz, hatta diyebilirim ki çocuk müşkilü iktiham için cehdi
sever. Çok kere görmüyor muyuz iki yaşında yavrumuz kendi kadar bir yastığı
yakalayıp kaldırmak ister ve biz muhalefet etmezsek, en ağır şeyleri taşımağa
yeltenir. Dört beş yaşına geldikleri zaman onlara atlamak için gereceğiniz bir
ipi daima daha yükseğe kaldırmanızı isterler. Bundan anlıyoruz ki çocuklarda
ceht zevki vardır. Yenecek zorluk ararlar. İşte cidal-i hayatın başlangıcı olan
bu arzuyu idare etmek, onlara itiyatlar vermek, onların karakterinin salim bir
şekilde teşekkülünü temin etmek için yegane vasıta oyun ve jimnastiktir.
Şimdi muallimin bütün bilgisi, bütün
mahareti çocuğa iyi itiyatlar verecek en mühim amildir. Çocuk doğru durmayı,
doğru yürümeyi, koşmayı, atlamayı, ayaklarını ellerini suhuletle kullanmayı,
sürat ve çalaki ile hareket etmeyi, muntazam iş görmeyi, kolay kavramayı,
dikkat etmeyi, hatırda tutmayı, nizama riayet etmeyi, söz dinlemeği, iyi
geçinmeyi, akranlarından geri kalmamayı, çalışkan vazifeşinas, becerikli,
haluk, müteşebbis olmayı hep oyunla ve musiki ile yapılan mümâreselerle
öğrenir. Mürebbiye vazifesini müdrik olmazsa bu faaliyet-i bedeniye çocuğa
imtizaçsız, serkeş, kanun-şiken, hodpesent bir hâle koyabilir. Demek hareket
çok faideli, çok rehakâr olduğu halde nevini ve miktarını tayin etmesini
bilmeyen cahil ellerde muzır bir şekil alabilir.
Gerek oyun gerekse jimnastiğin
mahiyetindeki faaliyetlerde çocukların çehrelerinde taab alameti görülünce
derhal oyunu bitirmeli. Üç dört yaşındakileri bir çeyrek, daha büyükleri yirmi
dakikadan fazla yormamalı. On dakikalık bir oyunu müteakip dinlenmek lazım
geldiği zaman çocukları oturtmak caiz değildir. Yine hareketle dinlendirmeli.
Mesela piyano veya keman sesiyle veya şarkı söylenerek yürüyüşe geçmeli, üç
dört yaşındaki çocukları bir iki diye sayı sayarak yürütmek doğru bir şey
değildir. Bu yürüyüşler şekilden şekle sokulabilir. En önde giden muallim veya
mürebbi ne yaparsa küçükler onu taklit ederler. Ayağını vurarak yürür,
adımlarını büyütür, gayet küçük adımlarla yürür. Ellerini başının üstüne
koyarak topuklarını kaldırır, gayet sessiz yürür, şimendifer gibi süratle küçük
adımlarla ilerler, koşar adımla yürür, yılankavi şekiller yapar, birden geri
döner yürür. Dört ayak tavşan gibi atlayarak veya kuzu gibi emekleyerek yürür,
el ele tutarak bir halka teşkil eder, bir sağa, bir sola koşarak yürürler.
Ortaya toplanıp açılırlar. Bu muhtelif şekillerde yürüyüşler mini, minileri fevkalâde
zevkyab eder. Ondan sonra dinlendirici ve dikkati terbiye eden bir oyun
yapılır. Ortaya yere bir sepet veya leğen konur, çocuklar onun etrafında halka
olurlar her birine birer küçük lastik top verilir ve leğene hangisi
kondurabilirse taltif edilir. Bu suretle tahmin-i mesafeye alıştırılırlar.
Gözleri bağlanarak dikkati terbiye eden oyunlar yapılır. Bir ayak üzerinde
muvazene oyunları yapılır.
Hepsi birden bağırtılır, muallim
veya mürebbiyenin düdük sesiyle veya ellerini çırpmasıyla bir anda
susturulurlar. Hepsi bir ağızdan kahkaha ile gülerken yine düdük sesiyle bir
anda susmaya alıştırılırlar. Bu tecrübelerde muvaffakiyet hasıl olduktan sonra
hepsi birden koşturulur ve dört beş adım sonra bir anda düdük sesiyle
durdurulurlar. Bu tecrübeler pek az zaman içinde çocuklarda iradelerine hakim
olmak kudretini tenmiye eder. Ve disiplinle alışırlar. Karşılıklı iki sıra
dizilirler. Ve birbirlerinin aralarından koşarak geçecekleri ve birbirlerine
çarpmayacakları ihtar edilir. Bir işaretle hepsi koşturulurlar. Zemin tahta
veya asfalt ise tebeşirle çizgiler çizilir ve hepsi bir sıra dizilerek keman
veya trampet sesiyle bu çizgiler üzerinden yürütülürler. Bazen iki muvazi
çizilerek bunun arası bir nehir farz edilerek çocuklar üzerinden atlatılır.
Bazen küçük manialar konur ve onların üzerinden atlatılır ve atladıkları zaman
ayaklarının ucuna düşecekleri, dizlerini esnetecekleri ta’lim edilir.
En ziyade dikkat edilmesi lazım olan
cihet çocuklara yaşlarıyla, idraklarıyla mütenasip şeyler öğretmektir. Üç dört
yaşında yavrulara foktrod öğretmek veya beş yaşında çocuğu futbola teşvik
etmek, onların hayatına zehir katmaktan başka bir şey değildir. İnsanlar öteden
beri harikuladeliklere meyyal olduklarından küçük yaşta çocukların büyük iş
görmelerini hayret ve memnuniyetle karşılaşırlar. Bizi memnun eden bu gibi hâller
çok kere çocukların ahlakını, zekasını ve bedenini zedeler. Vaktinden evvel
yetiştirmek sevdasıyla sekiz yaşında çocuklarına sekiz lisan öğretmeğe kalkan
nice mecnun babalar tanıdık ki dahi yapmak istediği evladını nihayet aptal edip
çıkmıştırlar. Hareket de gıda gibi lüzumundan fazla verilirse çocukları mide
fesadına uğratır. Çocuk mütemadiyen ister, aklından ziyade hissine tabi olduğu
için kendi hoşuna giden şeyleri daha çok ister. Ona lüzumu kadarını verecek
biziz. Fikrini fazla zorlarsak sersem, bedeni fazla zorlarsak hasta ederiz. En
büyük mürebbi, çocuğun ihtiyacının derecesini takdir eden ve ona fikrî ve bedenî
gıdasını yoluyla verendir.
Selim Sırrı (Tarcan), Gürbüz Türk Çocuğu Dergisi, Sayı:6, s.17-21
["Gürbüz Türk Çocuğu Dergisi'nin İncelemesi (1926-28)" isimli yüksek lisans tezinde yazıyı Latin alfabesine çeviren: Elif Konar Özkan]
Selim Sırrı (Tarcan)
YanıtlaSil1874’te Mora Yenişehiri’nde doğan Selim Sırrı, Miralay Yusuf Bey ile Zeynep Hanım’ın oğludur. Babasının vefatından sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra Galatasaray Sultanisi’ne girdi. Burayı bitirdikten sonra Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Askeri Mühendis ve Topçu Okulu) sınavlarına girdi ve kazandı. 1894’te buradan İstihkam Teğmeni olarak mezun oldu. İzmir’e yaver olarak gönderilen Selim Sırrı, resmi görevi yanında bir arkadaşı ile birlikte İrfan isminde özel bir ilkokul açtı. Aynı zamanda İzmir gazete ve dergilerinde eğitim ve pedagojiye dair yazılar yazdı. İzmir İdadisi ve Sanat Mektebi’nde jimnastik ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1900 yılında Yüzbaşı rütbesiyle Abdulhamid’in fahri yaveri olarak İstanbul Anadolu Kavağı İstihkam Bölüğü’ne nakledildi. Bu arada Hendese-i Mülkiyye (Yüksek Mühendis) Mektebi’nde, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’da, Aşiret Mektebi’nde jimnastik, eskrim ve Fransızca öğretmenlikleri yaptı. 1905 yılında Hadiye Fikri hanım ile evlendi; Azade Kent ve Selma adlarında iki kızları oldu. 1906’da özel bir Jimnastik Okulu açtı. Aynı yıl Gizli İttihat ve Terakki İstanbul Şubesi’ne yemin ettirilerek alındı. Cemiyette bir müddet çalıştıktan sonra kendisini çekemeyenlerin artması üzerine görevinden ayrıldı ve tekrar eski görevlerine döndü. 1910’da ilme dayalı İsveç Usulü Jimnastik tahsili için İsveç-Stockholm’a gitti. 1912’de uzman olarak İstanbul’a döndü ve 1913’te askerlikten ayrılarak spor ve beden eğitimi için çalışmaya başladı. 1914’te Maarif nezareti Beden Terbiyesi Müfettişliği’ne yükseldi (Çankaya, 1968-69, s.1081). I. Dünya Savaşı sırasında Alman Hükümeti’nden pek çok sayıda patlayıcı madde kaçırdı. Savaş sonlarına doğru getirildiği Darülmuallimin-i Âliye (Yüksek Öğretmen Okulu) Müdürlüğü’nden 1922 yılında Maarif Nezareti 1. Sınıf Müfettişliği’ne terfi etti. 1918-19 yılları arasında Mekteb-i Mülkiyye’de Terbiye-i Bedeniyye Muallimliği yaptı. 1926’da İsveç’ten getirttiği uzmanlarla İstanbul-Çapa’da kız ve erkek jimnastik muallimleri için kurslar açtı. 1927’de tekrar Maarif’e kabul edildi ve Maarif Vekaleti 1. Sınıf Müfettişliği’ne tayin edildi. 1928’de Türkiye’de ilk defa ve bugünkü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nın esasını teşkil eden “Jimnastik Şenlikleri” adıyla Taksim Stadyumu’nda spor şenlikleri tertibledi (Çankaya, 1968-69, s.1082). 1931’de Maarif Vekaleti Başmüfettişliği’ne terfi etti. 1934 yılında Ordu Milletvekilliği’ne aday oldu ve 1946 yılına kadar milletvekilliğine devam etti. 1946 yılında emekli olarak İstanbul’a döndü. 1957 yılında İstanbul’da vefat etti.
Batı Müziği ile uğraşmak ve flüt çalmak Selim Sırrı’nın hobisi idi. Birkaç defa Avrupa’ya gitmiş, Batı Medeniyeti’ni, kültür ve spor hayatını incelemiş, yalnız Beden Eğitimi’ne değil, toplum terbiyesine de yazılarıyla ve konferanslarıyla hizmette bulunmuştu (Uraz, 1965, s.78). Türk spor hareketinin öncülerinden olan Selim Sırrı, uzun yıllar Beynelmilel Olimpiyat Türk Delegeliği’ni de ifa etti. İyi bir hatip ve folklor araştırmacısı olarak eserlerinde ve söyleşilerinde canlı bir üslubu vardı. Bir aralık birikimlerini radyo konferanslarıyla yurdun dört bir yanına duyurdu. Selim Sırrı aynı zamanda pek çok nişan ve madalyaya da sahipti.
SilEserleri: İsveç Usûlünde Jimnastik: Terbiye-i Bedeniyye (1910); Bizce Meçhul Hayatlar (1911); İsveç Usûlü Terbiye-i Bedeniyye ve Mekteb Oyunları (1913); Spor İdmanları (1913); Macaristan’da Terbiye-i Etfal (1914); 6 Yaşından 15 Yaşına, 9 Yaşından 12 Yaşına, 12 Yaşından 15 Yaşına Kadar Kız ve Erkek Çocuklar İçin Jimnastik (üç cilt birlikte, 1916); Terbiye-i Bedeniyye Nazariyyatı ve Usûl-i Talim (1919); Kahkaha Sultan (1923); Prag Spor Pedagojisi Kongresi ve Seyahat İntibaları (1925); Mekteblere Mahsus Aletsiz İsveç Usûlü Terbiye-i Bedeniyye (1926); Muallimlere Terbiye-i Bedeniyye Rehberi (1926); Sporcu Neler Bilmeli (1926); Tenis (1926); Terbiye-i Bedeniyye Tarihi (1928); Bugünkü Almanya (1930); Hatıralarım;Evvel Zaman İçinde (1946). Bunlardan başka, kızı Bn. Azade Kent’in bildirdiğine göre, Beden Terbiyesi, Coğrafya, Genel Kültür konularında kırk kadar basılmış eseri vardır (Çankaya, 1968-69, s.1083).